Hüsnü Bayramoğlu Ağabey'in Hayatı



HÜSNÜ VE YILMAZ Bayram Ağabeyler, Safranbolu kahramanlarından Berber Hıfzı Bayram'ın oğullarıdır. Hüsnü Ağabey 1935 doğumlu. 1949'da, daha çocuk sayılabilecek yaşta, Üstad'ın hizmetine girmiştir. Üstad'ımızın vasiyetlerinde vekil tayin ettiği en genç talebesidir. Risalelerde bu ağabeylerin adları müteaddit yerlerde geçmektedir.

"Safranbolu'daki halis kardeşlerimizden Hıfzı'nın küçük medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki küçük ve çok çalışkan masumları 7 yaşında Yılmaz ve 13 yaşında Hüsnü'nün ve onlar gibi Nur'a çalışan muhterem validelerinin mübarek kalemleriyle yazdıkları tebriklerini, umum Safranbolu ve Eflani medrese-i Nuriyesi namına bu Ramazan'ın bir Firdevsi teberrükü hesabına kabul ettik. Yılmaz'ın rüyası aynen çıkmış." (Emirdağ Lahikası-I, 42)



Hüsnü Bayram Ağabeyin anlattığı hatıraları şöyle kaydettik:

"Üstad'ı nasıl tanıdım?"
"Üstad'la hatıralarımız çok fazla. O zamanlar not tutmak gibi bir imkanımız olmadı, zaten hatıralardan ziyade Risale-i Nurlara önem verilmeli.

"Ehl-i imanın zaafa uğradığı ve çok az insanın imanı, İslam'ı yaşadığı dönemde Üstad'ımız, Kastamonu'ya nefiy olarak geliyor. Kastamonu ile Safranbolu irtibatlı; bizim peder de Safranbolu'da berber. Dindar bir berber olduğu için gelen giden çok oluyor, sohbet ediyorlar. Bir gün bir zat, 'Kastamonu'ya velayet sahibi, çok büyük bir zat gelmiş' diye bahsediyor. Civar köylere kadar, halk arasında bu yayılıyor. Herkes sena ile Üstad'dan bahsediyor… Bizim Safranbolu da dindar bir memlekettir. Pederle beraber birkaç alim ve hoca Üstad'ı ziyaret edelim, diye karar veriyorlar...

"Üstad'ı evinde ziyaret ediyorlar. Mehmed Feyzi Efendi o zaman hizmetindeymiş. Üstad'ımız o vakit o alim ve hocalara diyor ki: 'Kardeşim! Bu Risale-i Nurlar medresenin malıdır, sizin bunlara sahip çıkmanız lazım, bunları okuyun ve neşredin, sizin malınızdır bunlar...' Çıkıyorlar dışarı...

"Bizim peder tarikat meraklısı, el almak için tekrar ziyaret ediyor Üstad Hazretlerini. Mehmed Feyzi Efendi diyor ki: 'Sen bak Üstad'ın kapısına, açıksa gir, Üstad seni kabul eder.' Peder bakıyor, Üstad'ın kapısı kapalı; hürmetle kapıyı tıklatacak, fakat içeriden sesler geliyor, Üstad yüksek sesle konuşuyor, içeride bir cemaat var... Bekliyor içerdekiler çıksın diye... İki-üç dakika sonra Üstad kapıyı açıyor, 'Gel bakalım, niye geldin tekrar, otur bakalım' diyor. Babam bakıyor içeride hiç kimse yok. 'Hocam, ben tarikat dersi almaya geldim, bizim ecdadımız tarikatla meşguldü biraz, sana intisap etmek istiyorum' diyor. Üstad, 'Bak kardeşim! Ben 12 tarikattan ders verebilirim, 12 tarikattan ders vermeye mezunum; fakat zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır' diyor.

"Safranbolu'dan Denizli hapsine giden tek babamdı"

"Sonra Denizli hadiseleri zuhur etti. O zaman Safranbolu'dan Denizli'ye giden tek, bizim peder vardı, başka yoktu. Jandarmalar dükkana geldiler, eve geldiler. Biz kitapları sakladık. "Üstad hapisten sonra Emirdağ'a geçti. Biz Üstad'ın talimatıyla Asa-yı Musa, Zülfikar... yazıyoruz, sandık içinde Üstad'a gönderiyoruz. O zaman postahanede pederin bir ahbabı olduğu için 'görülmüştür' yazdırıyor; yoksa yasak... Üstad'ın o lahikalardaki mektuplarında yazıyor ya 'acemi mektupları' diye...

"Afyon hapsine çocuk olduğumuzdan giremedik"

"Böyle devam ederken Afyon hapsi ve tevkifleri başladı, bizim pederi tevkif ettiler. Sungur Ağabey de o zaman Nur talebesi. Biz Üstad'ımıza ve babamıza 'Bizi idam dahi etseler yolumuzdan dönmeyeceğiz!' diye pervasız mektuplar yazıyoruz, bizi de tevkif etsinler, hapse atsınlar diye... Neticede bizi ifadeye çağırdılar, ama çocuk olduğumuzdan savcı tevkif etmedi… Biz kaldık dışarıda… Hatta 'Tanrı uludur' diye ezan okunurken bahçeye çıkıp 'Allahü ekber' diye bağırıyoruz, bizi birkaç kere daha ifadeye çağırdılar, ama netice olarak hapse yine giremedik. Neticede babamlar Afyon hapsinden tahliye olup geldiler.

Babam 'Sizi Üstad'a ziyarete göndereceğim' dedi. O zaman Afyon'a gidiş geliş 15-20 lira para. Afyon'da bir adres verdiler. 'Afyon'da Pastacı Sabri var, o sizi Üstad'a götürür' dediler. Trenle geldik Afyon'a Sabri Ağabeye, 'Biz Üstad'ı ziyarete geldik' dedik. Dedi: 'Oğlum! Üstad'ı ziyaret etmek çok zor, polis var.' O zaman yıkıldık, zaten zor para bulduk Üstad'ı görmek aşkıyla. Üstad'ı tanıyoruz, ama daha görmemiştik. 'Amca be, sen bize Üstad'ın evini göster, polis bizi çevirirse oradan dönelim, ama buradan dönmek olmaz' dedim.

Sabri amca 'Ha bu olur' dedi. Baktık hakikaten polis var. Elimizde bir sepet var, baktık polis biz küçük diye aldırmıyor. Kapıya vardık, kapıyı çaldık; fakat kapı açılmıyor! Polis tam yanımıza geldi, o anda Zübeyir Ağabey bizi içeri aldı. Polis belki imanlı adamdı, istese bizi geri çevirebilirdi. Bu hadise Üstad'ın Afyon hapsinden bir-iki ay sonra oluyor, Üstad henüz Emirdağ'a gitmeden...

"Üstad bizim alnımızdan öptü, 'Ben size Kastamonu'dan beri dua ediyorum, evinizi medrese olarak kabul ettim. Yazdığınız risaleleri tashih ettim, çok hizmet etti!' diye bize teşvik için iltifat etti. Üstad'a pederin, validenin, Safranbolu Nur cemaatinin selamlarını söyledik, ellerini öptük. Bir saatten fazla kaldık yanında, 'Ben hediye almıyorum, ama sizin hediyenizi kabul edeceğim' dedi.

Halbuki Üstad 10 liralık şeye 20 liralık karşılık verdi. 'Bak, bu tesbihi Afyon hapsinde çok çektim ben' dedi. Tesbihin her bir tanesi gümüş işlemeliydi. Bize 'Ceylan daha hapiste, onu da ziyaret edin' dedi. Ceylan Ağabey daha o zaman hapisten çıkmamıştı. 'Peki Üstad'ım' dedik, elini öptük çıktık. Polis yine önümüze çıktı. 'Gelin buraya, siz nereden geliyorsunuz!' dedi. 'Safranbolu'dan' dedik. 'Şimdi sizi karakola götüreceğim' dedi. 'Biz zaten hapse girmek istiyoruz!' deyince, 'Gidin hadi, başıma bela olmayın!' diye bizi salıverdi. Hapishaneyi ziyaret ettik.

"Ertesi gün biz tekrar Üstad'ın ziyaretine geldik. Baktık bu sefer başka polis var... Biz kapıyı çaldık, kapı geç açıldı. On iki basamak merdiven vardı. Zübeyir Ağabey yokmuş, Üstad kendisi açtı. Bize Nurları yazmayı, okumaya devam etmemizi, oradaki talebelerine selam söylememizi, dua etmemizi söyledi.

Sonra Mevlana Halid'den intikal eden cübbesi vardı sırtında. 'Bunu size giydirecektim, fakat boyunuz kısa olduğundan yere temas eder, Şafii olduğumdan yıkamam lazım gelir' dedi. Kollarını açtı, bizi koltuklarının altına aldı; boyu da tam gelmişti. 'Giymiş gibi oldunuz' dedi. Biz ne olduğunu bilmesek de çocuk olduğumuzdan çok sevinmiştik...

"Ben hizmetinizde kalmak istiyorum"

"Ondan sonraki ziyaretimizde Emirdağ'a gittik. Validem de vardı, Üstad hanımları almıyordu, ama Üstad uzaktan konuştu onunla. 1949-50 senesinde ben ortaokulu bitirmiştim. Babam bana dedi ki, 'Üstad'ın, hizmetine ihtiyaç varmış, bak mektup var, gider misin?' 'Gönderirsen giderim' dedim, O zaman beni sağlık okulunda okutmak istiyorlardı. Neyse ben Üstad'a gittim, dedim: 'Beni size babam gönderdi, hizmetinizde kalmak istiyorum.' 'Ben herkesi hizmetime almıyorum, ama seni alacağım' dedi. Daha o zaman Zübeyir Ağabey de gitmemiş hizmetine. İşte böylece 1949-50'de Üstad'ın hizmetine girmiş olduk...

"Üstad'ımız ahlak ve edep timsalidir"

"Üstad'ımız günde iki defa yemek yer, gayet az uyur, vaktini hiç boş geçirmezdi. Latifesi bile derstir, çok şefkatlidir, incitmeden edebe riayet eder. Sünnete tam uyar, çok ibadet eder, Risale-i Nurları devamlı okur, tashih eder. Ziyaretçiler hizmetle alakalı ise kabul eder. Ezan okundu mu hemen namazını kılar. Her gün kırlara gider, bize 'Keyif için değil, temaşa için' derdi. Kendi eseri için bazen '100 kere,' bazen '500 kere okuyorum' derdi bize.